13 Temmuz 2012 Cuma

Benoit ve Balinasını Anmak için




"Aynı anda birbirlerini rüyalarında gören canlılar,sonsuza kadar birbirlerine bağlı kalırlar.-Fjöttergarden Teorisi"



Annelies Verbeke'nin Uyku adli kitabında geçen Bu hayali teori üzerine düşünüyorum bu aralar. Arka arkaya aynı kişileri farklı şekillerde rüyalarında gören insanlar olmuştur elbetteki. Peki ya hiç tanımadığımız, görmediğimiz insanları rüyalarımızda görüyorsak? Bağlı olduğumuz bir boyut vs. gibi bir durum olabilir mi? Çoğu kişinin bilinçaltının ne kadar iyi işleyen bir sistem olduğunu savunduklarını duyar gibiyim. Rüyada hayatımızla bağlantısı olan, aşina olduğumuz insanları gördüğümüzü savunacaklardır. Hatta çoğu kişi bilinç dışı anlık olarak gördüğümüz bir insanı rüyalarımızın merkezine koymamızın olası olduğu söyleyeceklerdir. Kabul edilebilir. Bu kadar mükemmel çalışan bir bilinçaltına sahipsek, ki bunu kabul ediyorum, tesadüfi olarak bir insanı kodlayıp, özellikle de bizim bilincimizin dikkatini çekmeyecek bir insanı, önümüze getirmesi durumu bana saçma geliyor. Ruhsal alem durumlarına da pak fazlasıyla girmek istemiyorum. Peki ya hayatımızı etkileyecek insanları önceden seziyorsak. Uzak bir ihtimal mi? Bu aralar karşılaştığım bazı yazılar sezgileri bilimsel olarak ele aldığını bana anımsattı. Yeni bir şey de değil hem de bu? O zaman neden insanlara rüyalardan bahsedildiğinde çoğunun bunu ciddiye almadığını gerçekten anlayamıyorum.



İnsanlar merak ederler ve araştırırlar. Öğrenmek isterler, etraflarını gözlemlerler, ip uçları toplarlar ve kendi fikirlerini inşa ederler. Sonra da kenara çekilip tutarlı olup olmadığını izlerler. Ta ki su getirmez bir gerçek olduğunu kendilerine ispatlayana kadar. İş kendilerine ve kendi bilinçaltının derinliklerine inmeye, gerçekten kim ve ne olduğunu, ne istediklerini tanımlamaya geldi mi bunu boş bir iş gibi görmelerini ve bu işi üstlenenleri(profesyonel olarak kastetmiyorum) deli olarak görmeleri bana mantıksız geliyor. Karanlık, gizli, saklanmış bir yanımız var. Bu bu yanımız kabul etmemiz gerekiyor ki bizim dünyayı algıladığımız bilincimizden çok daha güçlü. Bilincimizi, seçimlerimizi, dünyayı algılayış ve yorumlayışımızı yönetiyor ve bu parçamız uyumuyor, yorulmuyor, her an kayıt halinde. Kendi önceki kalıplarından yola çıkarak yeni yargılar ve de kodlamalarda bulunuyor. Bizse o yokmuş gibi davranıyoruz. Onun aydınlatıldığını ve bilinçle ortak çalıştığını hayal bile edemiyorum. Bir insanın ulaşabileceği en uç noktalardan biri olurdu. Ve bilinçaltımızın bize ulaşma yönteminden biri de rüyalar. Sadece rüya deyip geçmek bana en zararlı rahatlık gibi geliyor. Bir mesaj var sana iletilen. İşin komik olan tarafı toplu bilinçaltı üzerine yapılan deneyler var. Ne kadar etkili oldukları ispatlanmış denebilir. Ama yine de sen delisin bunlar çok önemsiz şeyler. Bir insanı sürekli rüyanda görmen senin deli olduğunu gösterir. Aynı şeyleri defalarca kez arka arkaya görmen ve bununla bağlantılı bir şeyler yaşaman tamamen tesadüf. Sen inanmak istedin ona göre yorumladın vs.



Gerçek delilik ne biliyor musunuz? Gerçek delilik algılayamadığın senden vazgeçmek. Gerçek delilik içimizde saklı bulunan güce gözlerini kapamak. Ben yukarıdaki hayali teorinin gerçek olma ihtimalini hissediyorum. Bilinç olarak zaten hepimiz bir şekilde birbirimize bağlıysak bir şekilde hep beraber olduğumuzu göstermiyor mu? Her neyse en azından bu tarz konularda farklı çıkan sesleri bir az daha dinlenir kılan bir dünyaya doğru yol alıyoruzdur umarım.

24 Haziran 2012 Pazar

Yabancı


Bir sonbahar akşamıydı tanıdım onu. Tesadüflere inanmam aslında ben, ama sanırım burada durumu en uygun tanımlayan şey bu kelime. Hava ne ağırdı ne de yağmur yağıyordu bardaktan boşalırcasına. Sadece alışılagelmişin dışında sıcaktı. Bir parça da hüzün vardı o kadar.

Yürüyordum, o çıktı karşıma birden. Gözlerindeki o bakış içimdeki merakı kamçıladı. Kimdi bu kadın ve ne yaşamıştı. Gözleri derin bir kuyu gibiydi ruhunun derinlerine dalabilecek gibi hissetmeme rağmen sadece dışında oyalanıyordum. Yavaşça ilerlemeye başladı. Hiç adetim olmamasına rağmen bende takıldım peşine. Yürüyüşü bile bir farklıydı. O yürürken sanki ağaçlar,kuşlar çiçekler her şey onunla beraber yürüyordu. Nehrin boyunca o önde ben arkada devam ettik yürümeye o iskeleyi andıran köprüye gelene kadar. Arkasını dönüp bana baktı sonra. Gözlerinde tanıdık bir ifadeyle köprünün kenarına oturdu. Ben de yanına geçtim buyur beklemeden. Ben sessiz, o sessiz doğayı dinledik sadece. Uzun süre sustuk yan yana. O bozdu sessizliği önce:

-Buralara sadece gezmek için gelmezler pek.

-Ya ne için gelirler?

-Ya kaçmaya ya da aramaya gelirler. Ya sen ne için geldin?

-Bulmaya,dedim. Neyi aradığımı bilmeden yola çıkışlarımdan biriydi bu da. Biraz sessizlik belki içimde konuşan koronun seslerini bastırırdı da ben de gerçekten bulurdum kendimi.

-Aynı sebepten buradaymışız.

-Ne zamandır buradasın?

-Zamanın insanları kandırmak için bulunan bir kavram olduğunu düşünen biri için çok gereksiz bir soru oldu bu.

-Bulabildin mi peki aradığın şeyi?

-Buldum sayılır,dedi. Muzip ve silik bir gülümsemeyle baktı bana. Utandırdı bakışı. Aklımdan geçen her şeyi okuduğunu düşündüm o anda. Ne kadar zayıf olduğumu, elimde kalanların sadece korktuklarım olduğunu okumasından korktum. Beni anladığını iddia eden, bencilce kendi fikirlerini aşılamak isteyen insanlardan biri olmasından korktum o anda. O sessizlik uzadıkça kaçtıklarım geldi gözümün önüne. Bu sefer bırakmaya hiç niyetleri yoktu.

Nefes sesleri... Artıp azalan nefes sesleri. İnsanın huzursuz eden nefes sesleri. Kulağı tırmalayan nefes sesleri. Ben anımsadıkça gözlerimden süzülenler. Nefes seslerine eşlik eden kapı gıcırtısı. Yatağın gıcırtısı. Nefes sesleri. Sessizlik. İki adam, ikisi de yabancı. Girdiğim ev de yabancı. Yaşadığım yer yabancı. Tanıdığım adam yabancı. Bedeni yabancı. Ruhu yabancı.

Bu sefer yağmur yağıyor. Bardaktan boşalırcasına. Bana eşlik ediyor yağmur ya da ben ona. Gardiyanımı görüyorum o anda. Adına sevimli isimler takılan gardiyanımı. Beni kıskanan,kısıtlayan gardiyanımı. Muhtaçlığımı görüyorum. Kayboluyorum o anda.

Aylar sonra ağladım yanında. Bir yabancının yanında. Ben anımsarken olanları yanımda durup bakıyor bana. Huzur dolu bakışı, sımsıcak. Susuyordu yanımda sadece. Ellerimi tutarken susuyordu. Ben hatırladıkça, ben o yabancının yanında yüzleştikçe olanlarla, biz konuşmazken ruhlarımız anlıyordu birbirini.

Ayağa kalktı. Ben de ardından kalktım ayağa. Sildi gözyaşlarımı eliyle.

-Buldum,dedi. Buldum artık.Rüzgar esti. Karıştı nefesler. Saydamlaştı yabancı. Tek olduk.
Bir olduk. Sırtımı döndüm nehre. Bin asır yürüdüm neredeyse. İçimde huzur, gözlerimde ışıkla bin asır yürüdüm. Bitirmem gereken bir iş vardı. Bulmam gereken son nokta. Yormadı beni o yol. Her adım bedenime katıldı. Her adım ruhuma katıldı. Her adım bir adım daha güçlendirdi beni.

Vardım harabeme. Zamanında sarayım olan harabeme. Zamanında bana saray gibi görünen harabeme. Gıcırdadı kapı tekrardan. Bu sefer huzur doluydum. Ne içerideki küflenmiş ter kokusu canımı sıkıyordu ne de gardiyanımın çatık kaşları.İzin vermedim konuşmasına. Konuşursa uzardı. Konuşursa hak verirdim belki, cesaret edemezdim tekrardan. Uzanıyordu yatakta tek başına. Oturdum yanı başladım masalımı anlatmaya. O uyumaya devam ederken ben uyandım, dirildim, kendime geldim. O uyumaya devam ederken, dua ettim yanında ve çıktım sessizce. O karanlıkta uyumaya devam ederken ben karıştım aydınlığa.

2 Şubat 2012 Perşembe

Büyülü

Hayal gücüm daha aktif çalışırken izlediğim filmlerin,okuduğum masalların etkisinde kalarak bana gizli mektuplar bırakan birini hayal ederdim.O kadar gizliydi ki bu mektuplar büyülüydüler de.Mum alevine tutmadan okuyamazdın.Güzel sözler yazardı içlerinde.Bazılar bulmaca gibiydi,çözmek gerekirdi..

O zamanlardan arda kalan alışkanlıktan olsa gerek hala ben o notları arıyorum sağda solda.Tutuyorum ateşe elime geçen kağıtları.Belki vardır içlerinde bana yazılmış,bulmam umuduyla sağa sola bırakılmış bir kağıt parçası diye.Yüzleşmem gereken bazı şeyler oldu elbette.Hayat Bilgisinde işe yarar bilgi olarak sunulan fakat nedeni açıklanmayan onlarca bilgi gibi "ateşle oynamayın" ın nedenlerini keşfettim önce.Beni durdurabildi mi? Tabi ki hayır.İki türlü de durduramadı.Fiziksel zararları ve duygusal zararlarına rağmen.Olsun hayal kırıklığını biriktirmeyi tercih etmedim hiç bir zaman.Bana kalırsa sadece hala zamanı var..

Çok bir şey ummuyorum aslında.Yani hayatım bir kağıt parçasının beni bulmasına bağlı değil aslında.Ama hala masallardaki kadar büyüleyici geliyor bana.Sanki farklı bir dünyadan geliyormuş gibi.Hem yanık kağıt kokusunu da çok severim ben.Çok sigara içmemin sebebi belki de budur.Yani sigara içerken izlemeyi de severim ben.Dumanını,yanan kağıdı.. Belki de bilinçaltımda üzerinde bir yazı belirecek diye bekliyorum hala. 

Sözün özü vazgeçmedim hala.Bu yazıyı da hatırlatma notu olsun diye yazayım dedim.Hala bekliyorum.Her gözüme ilişen kağıda hala bakıyorum.Elbet bir yerde,bir zamanda elime geçecek sihirli mektuplarım biliyorum.Yalnız elini biraz çabuk tutarsan sevinirim.Hem bence sen de sağa sola bak.Ben bırakmıştım çok öncelerden sana.Hem eline geçerse sen de inanırsın sihirli,gizemli kağıtlara.Hem belki bir mucize bulursun benim gibi o kağıtları ararken..

Şimdilik bu kadar..

30 Ocak 2012 Pazartesi

Melaris

Küçüklüğümden beri değişmeyen bir şey varsa o da ne zaman ağlasam başıma korkunç bir ağrının saplanmasıdır galiba.Babam gözyaşlarına dayanamazdı ondan yasaktı ağlamam.Belki o zaman birikenleri atıyorum şu sıralar.En ufak bir şeyde nasıl olduğunu anlamadan süzülmeye başlaması bundandır.Rahatlamam gerekir ama değil mi ama rahatlatmıyor.Aksine suçlu hissettiriyor beni.

Öfkenin korkunun bir üst seviyesi olduğu hakkında okuduğum yazıya da hemen katılmam çocukluk dönemlerine denk geliyor sanırsam.Babam kırmaktan korkardı bizi.Gözyaşları da korkuturdu onu.Ve ne zaman korksa panikler,panikleyince de öfkelenirdi.Kısacası bir insan öfkeliyse karşımda elimde olmadan ona hak verişim de o zamanlara dayanıyor anladığım kadarıyla.Tek kendi öfkemi mazur göremiyorum şu hayatta.Onun da nedenini çözemiyor oluşumdan galiba.

Şu aralar garipsiyorum her şeyi,herkesi. İsteri krizine dönüşebiliyor herhangi bir şey benim için bu garipseme hali yüzünden.Ve aptallaşıyorum.Aptallaştığım zaman doğru kelimeleri bulamıyorum.Bulamayınca kendime kızıyorum.Kızınca da malum..

Çocukken ağlamadığım için kaskatıydım halbuki.Ağlama duygusu geldiği zaman nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum ilk başlarda.Tam manasıyla salaklaşıp saçmalıyordum.Ama bağımlılık gibiymiş bu aralar bunu çözdüm.Mutlu olunca ağlıyorum,kızınca ağlıyorum,üzülünce ağlıyorum kısacası her duyguyu aynı şekilde dışa yansıtıyorum: Ağlamak.

Şu sıralar iki şikayetim var senden ağlamak.İlki etrafımdakilerin beni nevrotik ve zayıf olarak nitelendirmesine yol açıyorsun.Diğeri ise verdiğin şu garip baş ağrısı beni zayıf düşmüş hissettiriyor.Bir de daha fazla rahatlatıcı etki istiyorum senden mümkünse.Böyle yüksek doz sakinleştirici almışım etkisi bırakırsan üzerimde daha mutlu edersin beni.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Zorlama Sebebi Yok!

Hayatımın büyük bir bölümünde bahanelerin arkasına sığındım.Bu sığınma eyleminden de epeyce hoşlandım açıkçası.Çünkü genelde,özellikle kendini inandırabilmek için,epeyce çalıştırman gerekiyor beynini.Bahanelerin kurgusu da inandırıcılığı da daha bir gelişiyor böylelikle.Sığınak da epeyce sağlamlaşıp genişliyor.Orada kalmak da pek bir rahat geliyor insana. Ta ki beyin bahane üretemez hale gelene kadar.

Karşı taraf ısrarlı bir şekilde neyi neden yaptığını sorguladığı zaman bir yerden sonra duruyor bahaneler. O an dank ediyor kafana.Canın istediği için yaptın başka bir sebebi yok.Canın istedi ve de yaptın bu kadar. Ama o kadar alışmışız ki etrafımızdakilerin onayını almaya onları ikna ettiğimizi düşünerek kendimize meşrulaştırıyoruz yapmak istediğimiz şeyleri.Zorunda mıyız? Hayır aslında. Bu çemberden elimize geçen de sadece ve sadece gerçekten aradığımız şeyi bizden uzaklaştırmak oluyor. Kurgu o kadar sağlam ki kendini kandırdığını fark ettiğinde olaylar geri sarım kara delik gibi çökmeye başlıyor üzerine. Kendin bile seni terk etmiş hissederken öz-arzu da bir o kadar ulaşılmaz geliyor. Al sana nur topu gibi depresyon.

Şu anda takıldı aklıma. İlişkilerde hesap sormak diye bir şey de yok aslında. Soru sorarken aklında kurduğun kurguya uyması için edilen dua var. Nedeni mi? "Gördün mü gene ben haklıyım" durumu ile "Bana biraz daha güzel yalanlar söyle, gerçekle yüzleşmeye cesaretim yok" sorunsalı. Kısacası etrafımızdakiler algılatmıyor dünyayı biz algıladığımız kadarıyla yaşıyoruz.Bu sebeple soruları bir miktar da olsa susturup sadece yaşamayı denesek bir müddet ne olur? Bahaneler ya da sebepler öne sürüldükçe olay değişmiyor ki.

Anın değerini bilemeyen aptallığıma atfediyorum bu yazıyı. Tekrar unutursam rast gelirim umarım rast gelirim de aptallığımın ömrünü kısaltır.